23 Haziran 2009 Salı

Bebek


Bebek gitti.

Geldiği gibi sakince. Öyle kimsenin rahatını bozmadan. Geldiğinde çok gürültü koparmamıştı. Havalara zıplatmamıştı zaten hanedekileri. Giderken de yasa boğmadı. Üzmedi öyle çok. "Gidiyorum ben anne!" dedi ve gitti. Sessizce.

Anne eşiğe oturdu. Onbirinci kattaki dairenin balkonundaki eşiğe işte.

Gelen geçen arabaları seyretti. Saydı hepsini.

Daha çok gri araba mı var, siyah mı yoksa beyaz mı bilmeye çalıştı. Ne gereksiz bir uğraş deme sen bebek. Yok, yanlış hitap. Bebek biliyor kime seslenildiğini. Okur şaşırmasın yeter ki.

Sevgili okur, hani böyle olmadık yerlere bakarsın, öyle birşey bu. Çok üzgünken, ya da hastanede sıra beklerken filan olur böyle şeyler.

Duvardaki bir boya damlasının diğer damlacıklardan daha ısrarcı olduğunu farkedersiniz o yerde. Saçma sapan bir ahşap sürtünmesini görürsünüz kapıda. Halbuki o kapıdan geçip kürtaj olacaksınızdır az sonra.

Bizim hikayemizdeki anne de arabaları saydı.

Aslında on birinci kattan atabilirdi de kendisini. Atmadı.

İhtiyaç yoktu galiba.

Bulaşıklardan ses geliyordu. On birinci kattan kendisini atsa, adam ne hale gelir diye düşündü.

Adam somut şeyler mi düşünür?

Bilmiyor kadın.

Bildiği, o ne zaman anne olacak olsa, bu haberin çevrede yaratamadığı sevinç.

Anne oluyor diye birileri havaya uçsun isterdi. Uçmadı.

Hiç uçmadı hem de.

O da, kalbindeki bütün özlemleri topladı, bütün korkuları(çünkü çok korkuyordu sevinçsizliklerinden), bütün istekleri topladı. Hepsini ama hepsini toplayıp, aslında hamile olduğuna hiç sevinmelerini istemiyormuş gibi yaptı.

Hadi çığlık at derken içinden adama, dilinden "sevinmedin değil mi?" çıkıyordu.

Adam da bilmedi, kadın hep korkmayı biliyordu.

Kim bilir belki kadın da bilmedi, adam da gösterememişti.

Çünkü, kadın da onu çok korkutmuştu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder