26 Mayıs 2009 Salı

Şerbetten Sevgilim


Yanımda bir adam uyuyor. Ben rüyamda şerbet yapıyorum. Hangi şerbeti yaptığıma karar vermek istiyorum. Biliyorum, anlatınca acaip oluyor. Hem şerbet yapıp, hem de ne şerbetiy aptığını bilmemek. Bilmiyor değilim ki, bildiklerim arasında karar veremiyorum. Şerbet yapmaya devam ediyorum. Şerbetler benim, birdenbire, neye istersem ona dönüşecekler, bir bunu biliyorum.

Şerbetlerin öyle sihirli bir halleri vardır. Ne için yola çıktığınız değil, yolda neye karar verdiğiniz önemlidir. Cenaze şerbetinden düğün şerbetleri çıkabilir mesela. Lohusa şerbetinden de okula veda şerbeti.

Hangi şerbeti yapmaya karar veremedim. Veremediğim kararları yanımda uyuyan sevgiliye de diyemedim tabii.

Sevmek ne güzel şey. Sevince insan güçleniyor. Kin de güçsüzleştiriyor. Garip bir biçimde, sadece sizin kininiz değil, evrendeki bütün kinler, yaratılanlar arasında pay ediliyor adeta. Bir yerde öfke kazanında kaynayan kin, sevgi dolu bir yatağa gelip, taht kurabiliyor. Allah kinlileri bizden uzak etsin. Amin.

Saçma sapan şeyler oluyor. Hayat var biryerde. Bir de ben varım. Halbuki ben, hayatın sanki tam da içinde değilim. Neden bir kurguya çeviremiyoruz ki hepsini? Saçma!

Yanımda uyuyan güzel adama bakıyorum ben. Saçlarına. Kirpiklerine. Gece bile çok güzel görünen ağzına. Karanlıkta bile her telini tek tek seçebildiğim güzel kirpiklerine bakıyorum uzun uzun, ama dokunmuyorum. Uyanır dokunursam. Ben, seyrediyorum. Kaşlarında kalıyorum uzunca. Alnına bakıyorum, bembeyaz alnına. Saçları yapışmış. Sinir olur, çekmek istiyorum, çekemiyorum. Rahatı kaçmasın, keyfi bozulmasın istiyorum. Sonra iki sık nefes alıyor. Sanki çocukmuş da, iki saat ağlamış, o uzun ağlamadan sonra, nefesi katılmış gibi. İç çeker gibi. İçim ağlıyor benim de. İçini çeken sevgilin göğsüne dokunduruyorum parmak ucumu. Dokunup, dokunmuyorum. Hani parmak ucunuzu burnunuzun ortasından geçen o kemiğe çok yaklaştırır, ama tek bir an kala, dokunmazsınız, lakin kemik bir mıknatıs gibi duyar parmağnızı. İşte öyle oluyor. Dokunmuyorum, ama parmak uçlarımla, sevgilinin göğsündeki şey arasında bir çekim oluyor. Sihir gibi. İnanıyorum, ben hayatımı bu çekimi bulmak için yaşamışım.i Bütün bir çekişmem, çelişmem hayatla, bu çekene kavuşmak içinmiş.

Bakıyorum sevgilimin gözlerine, tenine, ellerine, burnuna, o kadar çok güzeller ki.

Parmaklarım, ona dokundukları her an için öyle büyük şükürdeler ki.

Bir cana sahip olmak, bir hayat arkadaşına, bir dosta...

Diyemiyorum, düşünemiyorum, bilemiyorum.

Bildiklerim, halime nasıl yabancılar.

Çocuk olmak gibi. Su birikintisinin başına oturup, sütlü kahve kıvamındaki köpüklere parmaklarımın en üstteki noktasını değdirmeden sevmek gibi. Köpük üzerindeki bir zarın varlığını ispatlayamadan bilmek gibi.

Ben dün gece bir sihir yaşadım. Evet, suyun üzerindeki zarı keşfetmek gibi.

Sevgilimin kalbine değdim.

Kabusumu anlattım.

Mehlika Sultan rüyası olan bir sevgiliyi anlattım ona.

Ben dün gece kocaman bir adamın kalbine parmak izimi bıraktım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder